Değerler bülteninde bahsettiğim ve Darel
Rutherford hocamla çalışmalarımda öğrendiğim, “kutu” konusuna değinmek istedim.
Çünkü önceden kutu denince günlük hayatımda eşyalarımı içine koyduğum dörtgen gereç
ya da meşhur yarışma programı aklıma gelirdiJ
İlk etapta kutuyu kendi bakış açılarımızla
duvarlarını ördüğümüz bir yaşam alanı olarak sizler için özetleyebilirim. Her
birimiz kendimize kutular yaratıp, içinde yaşamaya devam ediyoruz. Sonra da yarattığımız
kutudan sıkılıp içinden çıkmaya çabalıyoruz. Aslında kutunun dışına çıkabildiğimizde
attığımız ilk adım, yeni kutumuzun sınırları oluyor. Yeni kutumuzda dar gelince
bir diğer kutuya geçme isteğimiz kaçınılmaz hale geliyor. Bu nedenle ulaşmak
istediğimiz, her yeni kutunun özlemiyle doluyuz. Elde edince de mutlu
olacağımızı hayal ediyoruz. Sonuç olarak
da yeni bir kutu yaratmamız, tecrübe etmemiz ve yok etmemizle devam eden bir
döngüyü deneyimliyoruz. Çünkü bu çemberin merkez noktası hepimizin mutlu bir hayata
sahip olabilmek için sarfettiği gayret.
Peki kutumuzun duvarlarını hangi
harçla örüyoruz?
Harç malzemeleri; Çocukluğumuzda Ailemizin Bize Öğrettikleri + Toplum Öğretileri + Deneyimle Tescilleme = Bakış Açısı
Bir bakış açısı, doğa manzarası içinde sadece dağı
ya da mavi nehri görmemizi sağlayan gösterdiği yönü ve büyüteci sabitlenmiş bir
teleskop gibidir. Tam bir odak ve kesin hatlara sahiptir. Bu yüzden kimi zaman
yolun nereye uzandığını görmektense sadece yol kenarına bırakılmış çöpleri
görebiliriz. Bunu pencereden gören gözler kapıdan çıkıp adım atmak yerine
perdeyi üzerine çekip evde oturmayı tercih eder. Çünkü o anlarda, varılmak istenen
noktadaki motivasyon ve hayaller, yerini kaygılara ve korkulara bırakır. Bu nedenle
de güvende hissetmek için kutumuzun içinde 5 adım ileri 5 adım geri yürüyüp sıkıştığımız
hissederiz. Bu his, tüm olasılıkları ve alternatif çözümleri kutumuzun dışında
bırakır. Yolumuzu bulmamızı engeller. Ve bu da bizi yukarıda bahsettiğim döngüye
sürükler. Ta ki bu oyunu “tatmin” odağından “mutluluğa” çevirine dek.
Mutlu olmak ve tatmin olmak kavramları birbirine karışabiliyor.
Haliyle de bu kavamlar karışınca da odağın durduğu yeri saptamak da zorlaşabiliyor.
Ko-aktif koçlukta mutlu olmayı tanımlamak, gün ışığını şişelemeye çalışmak benzetmesi
ile açıklanıyor. İlk okuduğumda çok hoşlandım. Tanımı içselleştirebildim. Ancak
biraz daha somutlaştırabilmek için tatmin tanımı ile başlangıç yapmak isterim.
Örneğin araba ya da cep telefonları reklamlarında sıkça görmüşüzdür. Yeni bir
modeli çıkınca, ona sahip olmak için içleri yanan tutuşan ve hayali ile kendilerini
iyi hisseden figürler; tıpkı dönem dönem bizler gibi. Ancak sahip olduktan
sonra içimizde uçan kelebeklerin etkisinin azaldığını ve sürenin kısa bir anla kaldığını
hissederiz. Halbuki ona varmak için kat ettiğimiz yolda duygularımız daha uzun süreli
ve yoğundu. Herbirimiz pek çok kez hayatımızda tatmin duygusunu farkında
olarak deneyimleyebiliyoruz. Çünkü tatmin sadece olayların sonunda hissedebildiğimiz
bir duygu.
“Mutluluk ise bizi biz yapan değerlere ait olup, o
aitlikte yaşayarak deneyimlediğimiz bir seçim.”
“MUTLU OLMAK BİR SEÇİMDİR”.
Bu yüzdendir ki hayalimizdeki işe ve gelire sahip olduğumuz
anlarda mutsuzum diyebiliyoruz. Ya da hayatımızın en karışık ve yoğun dönemi
olmasına rağmen mutluyuz ışıltısnı yayabiliyoruz. İçinde bir ironi
barındırıyor. Çünkü insanlar genelde iyi hissetiklerinde mutlu oldukları
yanılgısına düşüyorlar. Ancak içimizde iyileştiremediğimiz alanlar, iyi
hissetiğimiz anların üstüne kara bulutları çekebiliyor. Bunu deneyimlediğimiz anda
da hemen mutsuzluğumuzu ifade ediyoruz.
Bakış açımız, “mutlu” bir hayatta mı yoksa “tatminin”
sonu gelmez arayışı içinde mi?
Hepimiz mutlu ve dolu dolu bir hayatı istiyoruz. Farklı
olan tarafı aramızdan bazıları mutlu olmayı seçiyor ve deneyimliyor.
Ko aktif koçlukta öncelikli olarak danışanın gündemindeki
sahip olduğu bakış açısını görmek ve tanımlamak önemlidir. Aysen Gündüz ile
yaptığım çalışmalarda sahip olduğum ve epey bir süre kendi içimde kabul etmediğim
bakış açımın farkına varınca ilk tepkim ‘AHA’ oldu. Çünkü anladım ki, kimi
zaman ağzımızdan çıkan sözcükleri işitmiyordum pek çok insan gibi. Ve anladım ki
koçumuz sadece bizden çıkan sesleri kaydedici gibi alıp, tekrar bize
dinlettiğinde duyduğumuz sesler yabancı, içindeki sözleri anlamsız gelebiliyor.
Çünkü o sözleri söylerken içinde yaşadığımız A kutusunun yaklaşımlarına ve bakış
açısına sahip olmak çok normal. Ancak aynı sözler kutunun dışından kulağımıza
fısıldandığında kendi kurbanlık hikâyemize kitlendiğimize tanıklık edebiliyoruz.
Bununla ilgili kendimden bir örnek vermek isterim.
Uzun süreli bağımlandığım bir A kutusuna sahiptim.
Şöyle ki günde 2 türk kahvesi artı 2 bazen de 3 bardak filtre kahve içerdim. Bu
yaklaşık 4-5 yıl kadar sürdü. Kahve içince enerjimin yükseldiğini, daha neşeli
olduğumu ve direncimi arttırdığını düşünürdüm. Bir de müthiş bir kurbanlık
hikayesi yaratıvermiştim. “ÇOK YOĞUNUM”. Ancak içini allayıp pulladığım,
konforlu olduğunu düşündüğüm kutu birden konforsuz gelmeye hatta beni rahatsız
etmeye başladı. İçmediğimde enerjimin düştüğünü ve uyukladığımı hissederdim.
Ayrıca ne kadar sıklıkla dişlerimi fırçalasam da belirgin bir renk değişimi
vardı. A kutum aman şu hayatta bir kahvem var ve oldukça sağlıklıyım
düşüncesiydi. Birden B kutum şunu biraz azaltsam iyi olacak oldu. C kutusu
arada da tek tük içmek oldu. Şu an bulunduğum nokta; 1 aydır kahve içmemem ve canımın
çekmemesiJ. Herkes
dişlerimin beyazladığını, cildimin güzelleştiğini ve gözümün içinin
beyazladığını söylüyor. Birden A kutusundan C’ye zıplayıp arada yere
düşmektense küçük adımlarla ilerledim. Elbette bu yolda ilerlerken güçlüklerle de
karşılaştım.
İlki bu yol boyunca sürekli başımın etini yiyen sabotajcımın
sesi, ikincisi çevremden gelen “ay bir tane iç, o kadarla bişey olmaz” teklifleri…
Beni bugün bu sonuca getiren ise içimdeki
sabotajcının sesini dinlemektense kaptanımı takip etmem oldu;
Özümüze dönebilseydik ve asıl kaynağın biz
olduğunu bilerek gemimizin kaptanını dümene çağırabilsek neler olabilirdi? Onun
gözünden dünyaya bakmak nasıl olurdu? Bir başka deyişle biz gerçekten kendimiz
olmayı becerebilseydik, yani başkalarının ön yargıları ve onlara dayanarak
kendimize dayattığımız yargılarımız olmasaydı, dünyaya kimin gözlerinden
bakardık? Ben hayatımda ilerlemek istediğim yollara içimdeki kaptanın sesinin
rehberlik etmesine izin verdim. Tabi ki arada dikkatim sabotajcımın sesiyle dağılmadı
değilJ Çünkü bir
kutudan taşınmak bazen çok kolay, bazen de uzun zaman dilimlerine dağılmış bir
uğraşı olabiliyor. Bunun nedeni karşılaştığımız “Ego Defansı” bir diğer deyişle
içimizdeki “sabotajcının konuşmaları” oluyor. Kaptan ve sabotajcının kim
olduklarını ve hayatlarımızdaki yerlerini bir sonraki bülten de detaylandırmak
isterim. Kısa bir tüyo vermek gerekirse ikisi arasında denge kurulduğunda yürünen
yol oldukça basit ve keyifli.
Bu kadar A ve B kutularından bahsetmek bana sevdiğim
bir sözü hatırlattı. Şöyleki Albert Einstein der ki; “Mantık sizi A'dan B'ye
götürür; düş gücü ise her yere.” Hepimizin düş gücünün bizi mutlu olduğumuz alanlara
götürmesi dileğiyle…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder